NEU PRESS, Konya, 2023
Bölüm 1’de Dr. Dilek NAM tarafından 1. yüzyılda mesleki
eğitimin gelişimi ele alınmıştır. Mesleki eğitim; her yaşta bireyin, bir meslek
veya sektör için gerekli beceri ve bilgileri edinmelerini sağlayan bir
süreçtir. Mesleki eğitim, nitelikli işgücünü yetiştirerek, ülkenin ekonomik
kalkınmasına destekte bulunur. Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren mesleki
eğitim konusu ihmal edilmemiş olmasına rağmen özellikle son yıllarda fazlaca
itibar kaybetmiştir. Cumhuriyetin 2. yüzyılında da mesleki eğitim, ülkemizin
geleceğini şekillendirecek öncelikli konulardan bir olarak ele alınmalıdır.
Mesleki eğitim kurumları için modernizasyon ve teknolojik altyapı güçlendirme
süreçlerine odaklanmalıdır. İş dünyası ile işbirliği içinde, sektörün
ihtiyaçlarına uygun programlar tasarlanmalı ve gereken destek öğrencilere
sağlanmalıdır. Nitelikli eğitmenler ve kariyer danışmanlarıyla desteklenen
mesleki eğitim, öğrencilere iş becerilerini geliştirme ve istihdam olanaklarına
erişim imkânı sunmalıdır. Bölümde, Cumhuriyetin 2. yüzyılında mesleki eğitimin
Türkiye'nin sanayi ve teknolojik alanlarda ilerlemesine, ekonomik gücünün
artmasına ve gençleri geleceğe hazırlamasına katkı sağlaması gereği
vurgulanmaktadır.
Bölüm 2, Dr. Şerife DURMAZ, Kardelen
Devrim DORUKÖZ ve Berk USLU yazımıyla, 1. Yüzyılda genç işsizliğinin görünümü
ele almıştır. İçerikte genç işsizlik tanımlanmakta, bu bağlamda gençliğin hangi
yaş grubunu ifade ettiği ve genç işsizlik kavramı ile ne kastedildiği
derinlemesine irdelenmektedir. Daha sonra işsizlik ve NEET ile genç işsizlik
arasındaki ayrım yapılmaktadır. İkinci kısımda ise Türkiye’de işsizlik ve genç
işsizliğinin tarihsel süreci verilmektedir. İşsizlik ve genç işsizlik sorunun
hangi tarih ve dönemlerde görünür olduğu, bunun sonucunda uygulanan kalkınma
politikalarının bu sorunlara yönelik neler ortaya koyduğu aktarılmaktadır.
Prof. Dr. Serap PALAZ tarafından kaleme alınan Bölüm 3’de
“Ne İstihdamda Ne De Eğitimde Olan Gençler (NEET)” başlıklı bölümde son
yıllarda hem akademik çalışmalarda hem de hükümet politikalarında oldukça ilgi
gören ne istihdamda ne de örgün ve yaygın eğitim-öğretimde olmayan gençlerin
(NEET) genel durumuna ilişkin bir perspektif çizilmiştir. TÜİK ve EUROSTAT verileri ışığında Türkiye’de
NEET bireylerin genel bir durum değerlendirilmesi yapılmış ve karşılaştıkları
zorluklar, olası NEET olma sebepleri ve bu sorunun çözümü için gerekli politika
önerilerinden bahsedilmiştir.
Doç. Dr. Mustafa KOÇANCI’nın yazarlığında
Bölüm 4’de “Çalışma Hayatı ve Göç” başlığında Türkiye’ye dönük göç olayları ve
değerlendirmelerine yer verilmiştir. Türkiye Cumhuriyeti’nin birinci yüzyılında
işgücü göçlerine yaklaşımı, göçlerin ekonomik, sosyal ve kültürel etkileri ile
ikinci yüzyılda özellikle de Türkiye’nin içinde bulunduğu “hedef ülke” olma koşulları bağlamında yeni yüzyıla nasıl bir miras
bırakacağı tartışılmıştır. Çalışma, kitap bölümlerinin doğal çerçevesi gereği
daha çok teorik/ kavramsal bir tartışma etrafında dönen literatür derlemesi
tekniği ile gerçekleştirilmiştir. Bu bağlamda söylemi destekleyen ya da söylemle
çelişen istatistik ve raporlara yer verilmiştir.
Doç. Dr. Gökçe CEREV, Bölüm 5’de Türkiye
Cumhuriyetinin özellikle son 10 yılının en büyük yasal reformlarından biri olan
“İş Sağlığı ve Güvenliği” konusunu 1. Yüzyıl perspektifinde incelemektedir. Çalışma
hayatında meydana gelen değişim ve dönüşümden etkilenen önemli alanlardan
biriside iş sağılığı ve güvenliğidir. Cumhuriyetin kurulmasıyla birlikte hızlı
ve planlı bir sanayileşme sürecine giren Türkiye’de iş sağlığı ve güvenliğine
yönelik politikalar her geçen gün reforme olmaktadır. Türkiye’nin kalkınması
için iş sağlığı ve güvenliği konusu ve politikaları her yönüyle göz ardı
edilemeyecek konumdadır. Bu bölümde cumhuriyet tarihi boyunca iş sağlığı ve
güvenliğine yönelik politikalar incelenmiş, mevcut durumun analizi yapılarak
geleceğe yönelik tavsiyelerde bulunulmuştur.
Doç. Dr. Doğa Başar SARIİPEK, Bölüm 6’da
“sosyal diyalog” konusunu kaleme aldı. İçerikte sosyal
diyalog ekonomik ve sosyal politikalar bağlamında devlet, çalışanlar ve diğer
sosyal paydaşlar arasındaki ortak çıkarları ilgilendiren konularda yürütülen
bir iletişim ve müzakere süreci olarak sosyal adalet, demokrasi ve ekonomik
kalkınmanın sağlanması bakımından etkili bir mekanizma olarak tanımlanmaktadır.
Ancak Türkiye’de, düşük sendikalaşma oranları, zayıf kurumsallaşma, siyasi
kutuplaşma, güven ve işbirliği eksikliği ve yetersiz yasal çerçeve gibi birçok
eksik ve sorunla karşı karşıyadır. Aslında tüm dünyada sosyal diyalog bir kabuk
değiştirme sürecinde ve genel meselelerden ziyade güncel kriz konularını
gündemine alan çok daha esnek ve hızlı bir sürece doğru evrilmektedir.
Genellikle “kriz korporatizmi” olarak
adlandırılan bu süreç çerçevesinde sosyal diyaloğun etkinliğini sürdürmeye
devam ettiği ve hala geniş tabanlı katılım süreçlerinin başlıca platformu
olduğu belirtilmektedir.
Doç. Dr. Ali
Kemal NURDOĞAN Bölüm 7’de Türkiye Cumhuriyetinin 1. Yüzyılında, özellikle son
15 yılın en dinamik konularından birini, “Sosyal Güvenliği” inceledi. Bölümde
Türkiye Cumhuriyeti’nin yüz yıllık tarihsel geçmişi içerisinde sosyal güvenlik
anlayışında yaşanan gelişim ve dönüşüme yer verilmiştir. Türkiye
Cumhuriyeti’nde modern sosyal güvenlik tekniklerinin uygulanmaya başlanması,
toplumsal yapının karakteristik özellikleri ve geç sanayileşme sebebiyle sanayileşmiş
ülkelerden farklı bir biçimde ve farklı zaman diliminde gelişme göstermiştir.
Çalışmada sosyal güvenlik kavramı ve modern sosyal güvenlik alanında yaşanan
gelişmeler 1. Yüzyıl bağlamında ele alınmıştır. Devamında, Türkiye
Cumhuriyeti’nde sosyal güvenlik politikalarının tarihsel gelişimi ve sosyal
güvenlikte reform sürecinin nedenleri ve sonuçları incelenmiştir. Sosyal
güvenlik harcamalarının yoksulluk, gelir dağılımı ve ekonomik büyüme üzerindeki
etkileri çalışma kapsamı dışında tutulmuştur.
Dr. Mehmet
ÖÇAL Bölüm 8’de 1. yüzyılımızın kronikleşmiş sorunlarından bir başkasını,
“Kayıt dışı İstihdamı” ele almıştır. Gerçekleştirilen çalışma ediminin
bildirilmemesine dayanan bir durum olan bu sosyal sorun; sosyal politikanın
koyduğu en temel ve vazgeçilemez çalışan haklarının doğrudan ihlaline sebep
olmaktadır. Kamusal açıdan ciddi vergi kayıplarına, piyasa açısından ise haksız
rekabete sebep olur. Refah üzerine değerlendirildiğinde, çalışanlar üzerindeki
sosyal korumayı zayıflatmakta veya ortadan kaldırmaktadır. Kayıt dışı istihdam
bu yönüyle, sosyal politikanın insani şiarını benimsemiş tüm sosyal devletlerin
mücadele etmek zorunda olduğu bir olgudur. Bu bölümün temel arayışı, Türkiye’de
2. yüzyılda kayıt dışı istihdam ile mücadelede efektif sosyal politikalar
gerçekleştirebilmek için olgunun çerçevesinin çizilmesi ve onun ilişkili olduğu
diğer faktörlerin belirlenmesidir. Bu doğrultuda “TÜİK (Türkiye İstatistik Kurumu)
GYKA (Gelir ve Yaşam Koşulları
Araştırması) Mikro Veri Seti” üzerinden gerçekleştirilen analizler ile
Türkiye’de kayıt dışı istihdam dört başlık altında incelenmiştir. Yapılan
istatistiksel analizler sonucunda kayıt dışı olgusunun ve incelenen faktörlerin
ilişki tespitlerinin yanı sıra Türkiye Cumhuriyetinin 100. yılında kayıt dışı
istihdam ile mücadelede önemli bir aşama kaydedildiği görülmüştür. Ancak bu
sosyal riskin etkilerinin en aza indirilebilmesi için denetim mekanizmasının
güçlendirilmesi ve kayıtlılığa ilişkin algı ve kültürün teşvik edilmesinin
önemli bir politika argümanı olduğu ortaya çıkmıştır.
Dr. Nihat
Seyhun ALP, Bölüm 9’da Bireysel İş Hukuku’nun 1. yüzyıldaki gelişimini ele
aldı. Sanayi devrimi ile birlikte oraya işçi sınıfı ve iş Hukuku günümüze kadar
sürekli bir gelişim-değişim içerisinde çerisinde olmuştur. Bu gelişimden sanayi
devriminin ortaya çıktığı zamanda tarih sahnesinde olan Osmanlı İmparatorluğu
da derinden etkilenmiştir. Dilaver Paşa ve Maadin Nizamnameleri, Mecelle-i
Ahkâm-ı Adliyye ve Tatil-i Eşgal Kanunu bu gelişimin bir sonucudur. Ancak
Dilaver Paşa ve Maadin Nizamnameleri kömür madenlerinde çalışan işçiler için
uygulama alanı bulurken, Mecelle-i Ahkâm-ı Adliyye, iş hukuku ile birlikte
diğer hukuk alanlarında da düzenlemeler içermektedir. Keza 1926 tarihli Borçlar
Kanunu’nda da benzer durum bulunmaktadır. Ancak bu durum 1936 yılında değişmeye
başlamış, işçileri genel olarak kapsamına alan ve İş Hukuku’na ilişkin
hükümleri tek bir çatı altında toplayan 3008 sayılı İş Kanunu kabul edilmiştir.
Öyle ki bu anlayış devam etmiş ve İş Hukuku’na ilişkin yasal düzenlemeler hızlı
bir şekilde yasalaşmıştır. Değişen dünya düzeni ve yeni istihdam türlerine uyum
sağlamak ve mevcut sorunları çözmek için bu sürecin önümüzdeki yüzyılda da
devamı beklenmektedir.
Dr. Selçuk
NAM, Bölüm 10’da “Çalışan Yoksulluğu” konusunu incelemektedir. Çalışan
yoksulluğu, çalışma ve yoksulluk ikilemi arasında ortaya çıkan bir olgudur. Bu
kavram çalışanların düşük ücretlerle çalışmak zorunda kalmaları ve yeterli
geliri elde edememeleri sonucunda ortaya çıkan bir sorun olarak tanımlanabilir.
Çalışan yoksulluğu ülkemizde 1980 sonralarında, ekonomik liberalizasyon
politikalarıyla ortaya çıkan bir kavramdır. Bu dönemde, devletin ekonomiye
müdahaleci rolü azalmış, işçi hakları ve sosyal güvence mekanizmaları
zayıflamıştır. Genel ekonomik sorunların yanısıra özelleştirmeler, esnek
çalışma biçimlerinin yaygınlaşması, düşük ücretler ve iş güvencesinin
zayıflaması gibi faktörler çalışan yoksulluğunu arttırmıştır. Bu tarz
nedenlerle çalışanlar, temel ihtiyaçlarını karşılamakta zorlanır ve ekonomik
güvenceden yoksun kalırlar. Çalışan yoksulluğuyla mücadele etmek için adil
ücret politikaları, sosyal güvence önlemleri, iş güvencesi, denetim
mekanizmalarının sıkı şekilde işletilmesi ve çalışma koşullarının
iyileştirilmesi gibi önlemlerle azaltılabilir. Aynı zamanda açık işlere uygun
mesleki eğitim, bireysel becerilerin geliştirilmesi ve istihdam fırsatlarının
genişletilmesi de çalışanların gelirini artıracak ve yoksulluk riskini
azaltabilecek önlemlerdir. Bölümde, Cumhuriyetin 2. yüzyılında adil bir
hakkaniyetli bir çalışma yaşamı için çalışan yoksulluğuyla etkin bir mücadele
gereği vurgulanmaktadır.
Dr. Emine
Elif AYHAN Bölüm 11’de İşgücü Piyasasında Düzenleyici Kamu Kurumları’nın
Cumhuriyetin 1. yüzyılında ortaya çıkışını ve değişimini hikayeleştirmiştir.
Türkiye'deki işgücü piyasasını düzenleyen kamu kurumları, geçmiş yüzyılda
önemli dönüşümler geçirerek oldukça etkili hizmetler sunmuşlardır. Özellikle
20. yüzyılın ikinci yarısında, bu kurumlar daha etkin ve kapsamlı hizmetler
sunmak amacıyla modernize edilmiştir. Bu süreçte, İŞKUR'un kurulması ve Sosyal
Güvenlik Kurumu'nun yapısının güçlendirilmesi gibi adımlar, işgücü piyasasının
düzenlenmesinde önemli ilerlemeler olarak öne çıkmaktadır. Türkiye’nin 2.
yüzyılında, işgücü piyasasının daha da rekabetçi hale gelmesi beklenmektedir.
Teknolojik ilerlemelerin etkisiyle, işgücü piyasasının dinamiklerinde
değişiklikler yaşanacaktır. Bu nedenle, düzenleyici kamu kurumlarının da bu
değişimlere ayak uydurarak, esnek çalışma modelleri, eğitim programları ve
sosyal güvenlik politikalarını gözden geçirmeleri kritik bir öneme sahiptir. Bu
bilgiler ışığında işgücü piyasasının işleyişi, düzenleyici kamu kurumlarının
rolü, Türkiye'nin işgücü piyasasının dönüşümü ve gelecekteki beklentileri akıcı
bir biçimde incelenmiştir.
Doç. Dr. Menekşe
ŞAHİN, Bölüm 12’de Cumhuriyetin 100. yılında Türkiye işgücü piyasasında
ayrımcılık ve istihdama yansımalarını teorik ve ampirik açıdan analiz
etmektedir. Ayrımcılığın istihdama yansımaları konusu analiz edilirken, işgücü
piyasalarında yaygın olarak ortaya çıkan ve istatistiksel olarak da
göstergeleri bulunan cinsiyet ayrımcılığı üzerine odaklanılmıştır. Bölümde
işgücü piyasası ve istihdamda ayırımcılık konusunu kavramsal olarak
değerlendirerek var olan işgücü ve istihdam göstergeleri temelinde cinsiyet
ayrımcılığının Türkiye için bir resmi sunulmaktadır.
Doç.
Dr. Beyhan AKSOY tarafından kaleme alınan Bölüm 13’de 1. yüzyılda “Teknolojik
Gelişim ve İşgücü” konusu ele alındı. Bölümde teknolojik ilerlemeleri hayata
geçirme ve işgücünü buna uyumlu hale getirmenin verimlilik artışı ve kalkınma
hedeflerini gerçekleştirebilmek üzere hem ekonomiler hem de örgütler için bir
zorunluluğa dönüştüğü savunulmaktadır.
Hız, kapsam ve sistem etkisi bakımından öncekilerden daha farklı bir
üretim sistemi ve toplumu açıklayan Endüstri 4.0 kavramına dair açıklamalara
yer verilen bu bölümde, teknolojik gelişmeler ve işgücü arasındaki ilişkiler
derlenmiştir. Çalışmada teknolojik dönüşümün işsizlik ve gelir eşitsizliğine
nasıl yansıdığı, işgücünün niteliklerinin nasıl değiştiği, işgücü piyasasında
hangi niteliklerin değerlenip önem kaybettiği, eğitim programlarının bu
değişimin taleplerine karşılık verecek işgücü gelişimi için nasıl bir içeriğe
sahip olması gerektiği ve teknolojik değişimin örgütlerde ortaya çıkardığı etik
sorunların neler olduğu sorularına cevap aranmaktadır.