Diğer, ss.369-371, 2014
Mezopotamya, Fırat ve Dicle nehirlerinin arasındaki bereketli topraklarıyla Sümer, Akad, Babil ve Asur gibi uygarlıkların köklenip geliştikleri coğrafyadır. Söz konusu uygarlıklara ait çivi yazılı tabletlerin 19. yüzyıldan itibaren bulunup deşifre edilmesiyle Mezopotamya kültürünün günümüz Batı medeniyetinin oluşumunda hayati bir etkisi olduğu anlaşılmıştır. Zira Mezopotamya’nın geliştirdiği din ve kültür anlayışı sadece yakın çevresinde yaşayan halkları değil; aynı zamanda Musevileri, Hellenleri ve Hıristiyanları da etkileyerek evrensel bir nitelik kazanmıştır. Ancak mevcut bilgilere göre Mezopotamya dininin sistematik bir biçimde tanımlanması oldukça zordur. Buna rağmen genel olarak M.Ö. III. binde Sümer pantheon’una ilişkin en erken metinlerde, buradaki dini anlayışın politeist ve tanrılarının da anthropomorfik (insan biçimli) olduğu, bunun yanında Sümerlilerin tanrı ve tanrısal olanı “gökyüzündeki” olarak tanımladıkları anlaşılır. Resmi nitelikteki bu metinlerde tanrıların yanında ağırlıklı olarak din aracılığıyla siyasi ideolojiyi yönlendiren krallara ve rahiplere ilişkin bilgiler yer almaktadır. İnsanlar ise tanrıların beslenme ve giydirilmeleri için yaratılmış hizmetkârlar olarak, yine tanrıların suretinde yaratıl-mışlardır. Yani günümüzde politeist (çok tanrılı) dinlerdeki birçok tanrı için yapılan insan suretli betimleme, antikçağdaki bir Mezopotamyalı için geçerli değildir; ona göre tanrı anthropomorfik değil, insan theomorfik’tir. Karşılaştırmalı dinler tarihçisi Kürşat Demirci 2013 yılında yayınlanan “Eski Mezopotamya Dinlerine Giriş: Tanrılar, Ritüel, Tapınak” adlı çalışmasında bu bakış açısını derinleştirerek, antikçağ Mezopotamya halklarındaki tanrı düşüncesini analitik bir düzlemde incelemiştir.