Türk Ticaret Kanunu’nun Kanun Dili ve Hukuk Uygulamasının Kadına Yönelik Ayrımcılık ve Fırsat Eşitsizliği Bağlamında Değerlendirilmesi


Creative Commons License

Bora Çınar S.

Uluslararası Akdeniz Hukuk Kongresi, Antalya, Türkiye, 4 - 06 Temmuz 2022, ss.791-794

  • Yayın Türü: Bildiri / Özet Bildiri
  • Basıldığı Şehir: Antalya
  • Basıldığı Ülke: Türkiye
  • Sayfa Sayıları: ss.791-794
  • Akdeniz Üniversitesi Adresli: Evet

Özet

Kadına yönelik ayrımcılık sorununun pek çok farklı bakış açısıyla ele alınması mümkündür. Nitekim kadının karşı karşıya olduğu tüm olumsuz tutum ve davranışların gerisinde kökleşmiş dini kabuller, normalleştirilmiş mitler, ticarileştirilmiş sosyoekonomik menfaatler ve tüm bunlarla şekillenmiş kültür ve alışkanlıklar bulunmaktadır. Kadını ötekileştiren ve değersizleştiren tüm bu kökleşmiş tutum ve davranışlar topluma, kültüre, dile ve en nihayetinde tüm bunları düzenlemesi beklenen hukuk uygulamalarına sirayet etmektedir. İnsan icadı olan her şeyde olduğu gibi hukuk alanında da insan kendi zihniyetini yasalaştırmakta, zihniyeti kuşatan ayrımcılığın dile yansımaları kanun metnini ve hukuk uygulamasını da etkilemektedir.

Kadının sağlık, eğitim, ticaret ve politika gibi alanlarda yeterli temsilinin sağlanması adına yürütülen pek çok girişim bulunmaktadır. Hem küresel hem ulusal boyutta cinsiyet eşitsizliğinin önüne geçilmesi için samimiyetle yürütülen bu organizasyonların bir kısmında eşitsizliğin dilde başladığına vurgu yapılmakta, akademik yayınlar başta olmak üzere cinsiyetçi söylemlerden arındırılmış bir dil kullanılması tavsiye edilmektedir. Cinsiyetçi söylemlerden arındırılması gereken metinlerin en başında kuşkusuz ki yasa metinleri yer almaktadır. Ancak ne yazık ki kadına yönelik ayrımcılığın hukuktaki yansımalarını pek çok kanun metni ve hukuk uygulaması örneğinde görmek mümkündür. Çalışmamızda ise Türk Ticaret Kanunu (TTK) çerçevesinde konu ele alınmaktadır.  TTK, dildeki eril kelimeler ve cinsiyetçi söylem bakımından incelendiğinde, tacirlerin (TTK m. 18/2) ve tasfiye memurlarının (TTK m. 286) basiretli bir iş “adamı” gibi hareket etmesi beklenmekte; taşıma işlerinin düzenlendiği bölümlerde ise taşıyanın ((TTK m. 879/1-a) ve taşıma işleri komisyoncusunun (TTK m. 929/1-a) kendi “adamlarının” görevlerini yerine getirmeleri sırasındaki fiil ve ihmallerinden, kendi fiil ve ihmali gibi sorumlu olduğu belirtilmektedir. Deniz ticaretinde ise kaptan, gemi zabitleri, tayfalar ve gemide çalıştırılan diğer kişiler zaten bir bütün halinde gemi “adamı” olarak adlandırılmaktadır (TTK m. 934). Bu şekilde TTK’da lafzi olarak toplamda 66 yerde insanı kasteder mahiyette “adam” kelimesi kullanılmaktadır. Ancak erkekler kadar kadınlar da gemilerde çalışmakta, taşıma işleriyle uğraşmakta, şirketleri yönetmekte ve tacirlik yapmaktadır. Yönetim kademesindeki kadınlardan iş adamı gibi davranmasını isteyen kanun dilinin erilliği, iş insanlarının kurduğu organizasyonların da gündemine gelmiş, örneğin Türkiye Sanayiciler ve İş Adamları Derneği (TÜSİAD) her ne kadar ikonlaştığı için kısaltmasını değiştirmese de açılımının Türkiye Sanayiciler ve İş İnsanları Derneği olarak değiştirildiğini açıklamıştır. Benzer şekilde başta basın olmak üzere her mecrada iş adamı yerine iş insanı, bilim adamı yerine bilim insanı gibi ifadelerin kullanımı artık bir tercihten öte insan eşitliği ve ayrımcılık yasağının doğal bir yansıması olarak içselleştirilmektedir. Uygulamada yanlış olduğu kabul edilen ve değiştirilen bu ayrımcı kelimelerin, kanun metinlerinde de yeri bulunmamaktadır.

 Kadına yönelik ayrımcılığın hukuk uygulamasında da yansımaları bulunmaktadır. Ticaret yaşamında etkin olan kişileri iş adamı olarak kodlayan zihniyet, ticaretin her alanında erkeğin daha tercih edilebilir olduğu pratiklerini geliştirmekte, kadın hep emeği önemsenmeyen, görülmeyen olarak bırakılmaktadır. Özellikle kadının eğitime erişim ve kendini geliştirme noktasında maruz kaldığı kısıtlamalar düşünüldüğünde, gerekli ve yeterli donanımı edindiği halde üst düzey yöneticilik açısından tercih edilmemesi durumu daha da dramatikleştirmektedir. Ayrıca kadın olmanın doğal fiziksel kısıtlamalarının ticaret hayatındaki karşılığı olarak doğum izni, hamile kadının iş başvurusundan terfi almaya kadar her bir aşamada maruz kalabileceği engellemeler de hesaba katıldığında iş yaşamında kadın çalışanların ve yöneticilerin korunması, engellenmesinin önlenmesi ve emeklerinin karşılığını almalarını sağlayıcı düzenlemeler üzerinde düşünmek gerekmektedir. Örneğin 1 yıl için görevlendirilen bir yönetim kurulu üyesinin kadın olması ve bu süreçte hamile kalmasının yönetim kurulu üyeliğine etkisi ne olmalıdır? İşin tabiatı esas alınarak görevden alınması için bu bir haklı sebep midir yoksa kadına yönelik bir ayrımcılık mıdır? Belki de işin değil insanın tabiatının esas alınması, işe uygun insanlar yaratmaktan ziyade insana uygun işler icat etmek için işin tanımını yeniden ele almak gerekmektedir. Bir kadının kariyeri, kimliği, doğası ve anneliği arasında seçim yapmak zorunda bırakıldığı bir ticaret uygulamasının sürdürülebilir ve insani değerler üzerinde şekillenen bir mimariye sahip olmadığı gerçeğiyle kanun koyucunun ve hukuk uygulayıcılarının yüzleşmesi gerekmektedir. 


The problem of discrimination against women can be addressed from many different perspectives. As a matter of fact, behind all the negative attitudes and behaviors faced by women, there are deep-rooted religious acceptances, normalized myths, commercialized socio-economic interests and ultimately the culture and habits shaped by all of them. All these ingrained attitudes and behaviors that marginalize and devalue women spread to society, culture, language, and ultimately to the legal practices that are expected to put all these things in order. As in everything that is a human invention, in the field of law, people bring their own mentality to the law, and the reflections of the discrimination surrounding the mentality on the language also affect the legal text and legal practice.

There are many initiatives carried out to ensure adequate representation of women in fields such as health, education, trade and politics. In some of these organizations, which are sincerely carried out to prevent gender inequality both globally and nationally, it is emphasized that inequality begins in language, and it is recommended to use a language free from sexist discourses, especially in academic publications. Undoubtedly, law texts are at the forefront of the texts that need to be purified from sexist discourses. However, unfortunately, it is possible to see the reflections of discrimination against women in law in many law texts and legal practices. In our study, the subject will be discussed within the framework of the Turkish Commercial Code (TCC). When the TCC is examined in terms of masculine words in the language and sexist discourse, it is expected that the traders (TCC art. 18/2) and liquidators (TTK art. 286) act like prudent business “man”. In the sections where the transportation works are regulated, it is indicated that the carrier ((TCC art. 879/1-a) and the freight forwarder (TCC art. 929/1-a) are responsible for the acts and omissions of their “men” during the fulfillment of their duties, just like their own acts and omissions. In maritime trade, on the other hand, the captain, ship's officers, crew members and other persons employed on the ship are called as a whole as a “seaman" (TCC art. 934). In this way, the word "man" is used literally in 66 places in the TCC, referring to the human being. However, women as well as men work on ships, deal with transportation, manage companies and trade. The masculinity of the language of law, which asks women at the management level to act like businessmen, has also come to the agenda of organizations founded by business people. For example, Turkish Industrialists' and Businessmen's Association (TIBA) has announced that it has changed its name to the Turkish Industrialists' and Business People Association, although it has not changed its abbreviation because it has become iconic. Similarly, the use of expressions such as a business people instead of a businessman, and a state official instead of a statesman has now been internalized as a natural reflection of human equality and the prohibition of discrimination. These discriminatory words, which are accepted incorrect and corrected in practice, have no place in the texts of the law.

Discrimination against women also has repercussions in legal practice. The mentality that codes the people who are active in the business life as businessmen has developed practices in which men are more preferable in all areas of trade, and women's labor is ignored and invisible. Especially considering the restrictions that women are exposed to in terms of access to education and self-development, the fact that they are not preferred in terms of senior management despite having the necessary and sufficient equipment makes the situation even more dramatic. In addition, considering the natural physical restrictions of being a woman in business life, taking into account the obstacles that a pregnant woman may be exposed to at every stage from maternity leave, job application to promotion, it is necessary to think about the regulations that will protect female employees and managers in business life, prevent them from being hindered, and ensure that they are compensated for their efforts. For example, what should be the effect of a female board member appointed for 1 year to become pregnant during this period on the board membership? Based on the nature of the job, is this a rightful termination for a dismissal or is it discrimination against women? Perhaps it is necessary to reconsider the definition of work in order to base on the nature of the human being, not the job, in order to invent human-appropriate jobs rather than creating suitable people for the job. Legislators and legal practitioners have to face the fact that a business practice where a woman is forced to choose between her career, identity, nature and motherhood does not have an architecture shaped on sustainable and human values.