6. Uluslararası Sinema ve Felsefe Sempozyumu, Ankara, Türkiye, 8 - 10 Aralık 2023, ss.25-33
Modernitenin getirdiği şehirleşme ile birlikte oluşan göçler neticesinde insanın köklerinden koparılıp yuvanın dağılışına dikkat çeken Heidegger’den sonra Fransız kuramcılar Gilles Deleuze ve Felix Guattari de yersiz yurtsuzluk kavramı altında benzer noktaya vurgu yaparlar. Yazarlar, göçebeliğin bir sonucu olarak ortaya çıkan yersiz yurtsuzluğu kapitalizm eleştirisi ekseninde ele almış ve oluşan durumun pozitif imkânları üzerine düşünmüşlerdir. Aidiyetin kaybedilip yeni bir yurtlanmanın arayışıyla birlikte aidiyetin tekrar sorgulandığı yersiz yurtsuzluğu Deleuze ve Guattari, egemen, yaygın görüş ve ilişkilerin terkedilip yeni düşünsel egzersizlerin ve imge yaratmanın bir zemini olması anlamında olumlu değerlendirirler. Orta Doğu sinemalarından Filistin sineması, İsrail işgalinden bu yana direniş ve kimlik ekseninde varoluşuna devam etmektedir. İsrail’in işgal ettiği bölgede doğup büyüyen Elia Suleiman, yerinden edilmişliği modern sinemanın çok katmanlı estetik stratejileriyle inşa ettiği filmlerinde Filistin sinemasının görünürlüğüne katkıda bulunmaktadır. Elia Suleiman, işgali sadece İsrail’le sınırlı tutmamış, Filistin’in yaşadığı yerinden edilmişliği farklı iktidar biçimleriyle “Dünyanın Filistinlileştirildiği” sözüyle tüm dünyada yaşandığını ifade etmiştir. Deleuze ve Guattari’nin Filistin sinemasından da örnekledikleri minör sinemanın önemli başlıklarından yersiz yurtsuzluk, bu bağlamda Elia Suleiman sinemasında izi sürülebilen bir kavram olarak karşımıza çıkmaktadır. Bir yurt ve dolayısıyla yuva olarak Filistin imgesi, arzu edilen ulusal mit olarak Filistinli sinemacıların filmlerinde yer etse de Suleiman, Filistin’i bireysel ve toplumsal anlamda eleştiriye tabi tutarak filmlerinde imgelemektedir.
Bu araştırmada, Suleiman’ın, yerinden edilmişlikle beraber ortaya çıkan aidiyet meselesini, majör sinema dili olan klasik anlatının kodlarını yersiz yurtsuzlaştıran imajlarla sorguladığı filmlerden biri olan It Must Be Heaven filmi, Deleuze ve Guattari’nin yersiz yurtsuz kavramı etrafında incelenmiştir.
After Heidegger, who drew attention to the uprooting of human beings from their roots and the disintegration of the home as a result of the migrations that occur with the urbanization brought about by modernity, the French theorists Gilles Deleuze and Felix Guattari also emphasize a similar point under the concept of deterritorialization. The authors addressed the deterritorialization that emerged as a result of nomadism on the axis of criticism of capitalism and reflected on the positive possibilities of the situation.
Deleuze and Guattari positively evaluate the loss of belonging and the request for belonging in search of a new homeland as a ground for new intellectual exercises and image creation by abandoning dominant and widespread views and relations. Palestinian cinema, one of the cinemas of the Middle East, has continued its existence on the axis of resistance and identity since the Israeli occupation. Elia Suleiman, who was born and raised in a region occupied by Israel, contributes to the visibility of Palestinian cinema in his films, in which he constructs deterritorialization with the multi-layered aesthetic strategies of modern cinema. Elia Suleiman didn’t limit the occupation only to Israel but expressed that the deterritorialization experienced by Palestine is experienced all over the world with the phrase “The world is Palestinianized” with different forms of power. Deterritorialization, one of the important topics of minor cinema, which Deleuze and Guattari also exemplify in Palestinian cinema, appears as a concept that can be traced in Elia Suleiman’s cinema in this context. The image of Palestine as a homeland, and therefore as a home, has appeared in the films of Palestinian filmmakers as a desired national myth, but Suleiman images Palestine in his films by subjecting it to individual and social criticism. This study analyzes Elia Suleiman’s It Must Be Heaven, which deals with the issue of belonging in the context of displacement.
We analyze the film’s use of images that subvert the conventional narrative codes, which serve as the dominant cinematic language, with a focus on Deleuze and Guattari’s Notion of deterritorialization.