TÜBİTAK Projesi, 3001 - Başlangıç Ar-Ge Projeleri Destekleme Programı, 2018 - 2020
| Proje Özeti Kronik miyeloid lösemi (KML), kemik iliğinde savunma
  hücrelerini üreten bir seri hücrenin aşırı ve kontrolsüz çoğalması sonucunda
  ortaya çıkan bir kan kanseri çeşididir. KML her yaşta görülmekle birlikte,
  hastaların %46’sı 20-64 yaşları arasında, yani üreme çağında tanı almaktadır.
  Hastalığa neden olan faktörler tam bilinmemekle birlikte radyasyona maruz
  kalmanın KML riskini arttırdığına yönelik veriler mevcuttur (Pasic ve
  Lipton, 2017).  Bu hastalığa yol açan en temel bozukluk iki farklı
  kromozom üzerindeki (9 ve 22. kromozomlar) gen gruplarının yer değişimi
  sonucu oluşan Philadelphia (Ph) kromozomu adlı bozuk gen bölgesidir. KML
  hastalarının %95’inde Ph kromozomu pozitif olarak tespit edilmektedir. Ortaya
  çıkan bu bozukluk sonucu üretilen gen ürünü, hücre içinde tirozin kinaz adlı
  enzimin normale göre daha fazla işlev görmesine neden olur. Bu da hücre içi
  sinyal iletimi, hücrelerin çoğalması ve programlı ölümü gibi işlevlerin
  kontrolünde bozukluklara yol açarak kemik iliğinde kanser gelişimine ve
  metastazlara neden olmaktadır. KML’nin tedavisinde son zamanlarda en etkili seçenek;
  aktivitesi artmış tirozin kinaz enzimini baskılayan tirozin kinaz
  inhibitörleri (TKİ) olarak bilinen bir grup ilaçtır (Kantarjian
  vd., 2003). Bu ilaç grubunda, son kuşak olarak
  kullanıma sunulan ve etkisi ilk kuşak TKİ’lere göre 30-50 kat daha yüksek
  olduğu bildirilen ilaçlardan bir tanesi de Nilotinib’tir (Pasic ve
  Lipton, 2017). TKİ kullanan bireylerde
  ve deney hayvanı çalışmalarında sperm üretiminin ve erkeklik hormonu
  seviyelerinin azalmış olduğu gösterilmiştir (Gambacorti-Passerini
  vd., 2003; Nurmio vd., 2007). Proje ekibimiz
  tarafından yürütülüp yayınlanan hayvan çalışması verileri ışığında Nilotinib
  kullanımının gametogenez üzerine olumsuz etkileri olabileceği morfolojik
  düzeyde gösterilmiştir (Seval vd.,
  2016). Ancak Nilotinibin gerek
  doğurganlığa, gerek üreme fonksiyonları üzerine ve gerekse fetüs gelişimine
  etkilerini ortaya koyan yeterli teratojenite çalışması bulunmamaktadır (Abruzzese vd.,
  2014). Bununla birlikte
  literatürde yer alan ve bu tedaviler sırasında meydana gelen gebeliklerin
  duyurulduğu vaka sunumları, bu grup ilaçların gebelik öncesi ve süresince
  kullanılabileceği yönünde endişe verici bir algıya neden olmaktadır (Abruzzese vd.,
  2014; Alizadeh vd., 2015; Cheon vd., 2016; Gil vd., 2014; Palani vd., 2015;
  Santorsola ve Abruzzese, 2015).  Konu ve kapsam bölümünde yer alan, araştırma
  ekibimizin ön çalışmalarında; Nilotinib kullanımının testis morfolojisi,
  spermatogenez ve ovaryum histolojisini olumsuz yönde etkilediğini gösteren
  bulguların ortaya çıkmıştır. Bu sebeple, geniş kapsamlı deneylerin planlanarak,
  Nilotinibin üreme fonksiyonlarına (birinci kuşak yavruların üreme yetileri dâhil)
  etkisinin detaylı olarak araştırılması hedeflenmiştir. Bu hedefler
  doğrultusunda, klinikte farklı durumları simüle eden deney modelleri
  oluşturularak, dişi ve erkek farelere 2 ay süreyle Nilotinib uygulamasının
  ardından üç farklı deney grubunda; i) teratojenite, ii) gonadotoksisite ve
  iii) birinci kuşak yavruların fertilitesi değerlendirilecektir. Bu hedeflere
  ulaşmak için, hayvan ve doku ağırlığı analizleri, hücre proliferasyonu ve
  apoptoz tayini için immünhistokimyasal analizler ve doku morfolojisini
  değerlendirmek için hematoksilen-eozin boyamalar yapılacaktır. Çalışmamız
  sonucunda ortaya çıkacak bulgular, bu ilacın teratojenite, gonadotoksisite ve
  birinci kuşak yavruların fertilitesi hakkında bilgi verecektir. Ayrıca çalışmanın
  klinik yansıması bağlamında, bu ilacı kullanan hasta grubunda doğurganlığı
  korumaya yönelik strateji geliştirilmesine yol açacak; sperm, yumurta,
  embriyo ya da yumurtalık dondurma işlemlerinin hastalara önerilmesinin
  önemini gösterecektir. Kür şansı yüksek bu hastalıktan sonra kısırlık gibi
  problemlerin önlenmesi açısından katkı sağlayacaktır. Literatürde eksik olan
  bilgilerin tamamlanması sonucunda verilerimiz, ilaç prospektüsü içeriklerine
  ve daha da önemlisi hasta-hekim ilişkisindeki sosyal-etik sorunların
  aşılmasına katkı sağlayacaktır. |